‘The Big Short’: Finansal Krizin İç Yüzü
- guvengurcuoglu
- 15 Eyl
- 3 dakikada okunur
2016 senesinde 5 dalda Oscar'a aday gösterilen Christian Bale, Brad Pitt, Steve Carell ve Ryan Gosling gibi güçlü kadrosuyla vizyonda ses getiren The Big Short bizi 2000'li yıllardaki mortgage krizine götürüyor. İşte The Big Short filmine konu olan mortgage krizi ve filme dair ufuk açıcı bir yazı sizlerle.

Yatırımcılar banknot yığınlarının üzerinde oturup paralarını değerlendirecek iyi bir yatırım aracı ararlar. Geleneksel olarak, FED’e giderek en güvenli yatırım aracı olduğuna inandıkları hazine bonosunu alırlar.
Ancak 2000 yılındaki 11 Eylül’ün sonunda ekonomiyi güçlü tutmak için FED, faizleri %1’e indirir. %1 faiz yatırımlar için çok düşük bir getiridir ve dolayısıyla yatırımcılar almak istemezler. Diğer tarafta ise bu durum, Wall Street’teki bankaların %1 faizle borçlanabileceği anlamına gelmektedir. Böylece bol miktarda ucuz kredi oluşur. Bu da bankalar için borçlanmayı kolay hale getirir. Yatırımcılar bunu görüp bu işin bir parçası olmak isterler. Bu noktada Wall Street’in aklına bir fikir gelir: Yatırımcıları ipotekler vasıtası ile ev sahipleri ile buluşturmak!
Bir aile, peşinat biriktirip bir ev almak ister ve mortgage acentesi ile temasa geçer. Mortgage acentesi, aileyi bir mortgage kredisi verecek bir banka ile buluşturur. Acenta güzel bir komisyon alır. Aile ev sahibi olur. Bu aile için iyidir zira ev fiyatları artmaktadır. Her şey yolundadır. Krediyi veren bankaya da yatırım bankasından telefon gelir ve mortgageları almak ister. Banka da bu mortgageları yatırım bankasına iyi fiyata satar. Ardından yatırım bankası milyonlarca dolarlık mortgage alır ve şık bir kutuya koyar. Böylece kutudaki mortgage kredilerini almış olan ev sahipleri her ay taksidini yatırım bankasına aktarmaktadır. Yatırım bankası finans büyücülerini maharetlerini göstermeleri için bu kutuya gönderir. Onlar da kutuyu güvenli, iyi ve riskli olarak üçe böler. Sonra tekrar dilimleri birleştirirler. Adını da teminatlandırılmış borç yükümlülüğü ya da CDO koyarlar.
CDO 3 basamaklı çalışır. Tepsilere para aktığında önce üstteki güvenli tepsi sonra ortadaki dolar. Geriye kalanlar da en alttaki tepsiye gider. Para mortgage taksitlerini ödeyen ev sahiplerinden gelmektedir. Bazı ev sahipleri taksitlerini ödemezse tepsilere daha az para akar ve en alttaki riskli tepsi dolmayabilir. En üstteki tepsi daha az en alttaki daha yüksek getiriyi verir. En üstteki tepsiyi daha güvenli hale getirmek için bankalar, küçük bir ücret karşılığında onu sigortalarlar. Bankalar üzerine düşen her şeyi yaparlar. Böylece kredi değerlendirme kuruluşları en üstteki dilime en yüksek not olan AAA yani güvenli notu verir. Ortadaki dilim BBB yani halen iyi bir not alırken riskli dilimi değerlendirme zahmetinde bulunmazlar. AAA notundan ötürü yatırım bankası bu dilimi sadece güvenli yatırım araçlarına dönüşen kişilere satar. Ortadaki dilimi diğer bankalara, riskli dilimi de diğer risk severlere satar. Yatırım bankası bu işten milyonlarca dolar kazanır. Sonra da borçlarını geri öder. Sonunda yatırımcılar %1 faizli hazine bonosundan çok daha iyi bir yatırım aracı bulmuştur. Mutludurlar. Daha fazla yatırım isterler. Yatırım bankası kredi veren bankayı arayıp daha fazla mortgage ister. Banka da acentayı arar ancak acente, mortgage kredisi alacak kimseyi bulamaz. Çünkü alabilecek herkes almıştır ama bir fikirleri vardır. Ev sahipleri mortgage taksitlerini ödeyemese bile ipotekli ev bankaya kalmaktadır ve ev fiyatları sürekli artmaktadır. Böyle bir teminat olduğu için bankalar mortgage kredilerine daha fazla risk yüklemeye başlar. Artık kredi vermek için ne bir peşinat ne bir gelir beyanı istenmektedir. Prime Mortgage denilen sorumlu ev sahipleri yerine daha az sorumlu diyebileceğimiz kişilere Sub-Prime Mortgage denilen krediden vermeye başlarlar. İşte burası dönüm noktasıdır. Her zamanki gibi acente aileyi banka ile buluşturur, iyi bir ücret alır, aile büyük bir eve kavuşur, krediyi veren banka mortgageı yatırım bankasına satar, yatırım bankası mortgageları CDO’ya çevirip dilimlere bölerek yatırımcılara satar. Yani herkes kazanmaktadır. Kimse kaygılanmaz çünkü mortgageı bir sonraki kişiye sattığında bu onun sorunudur.
İşte beklenen olur ve ev sahipleri taksitlerini ödeyememeye başlar. Bu sırada mortgage yatırım bankasındadır. İpotekli ev bankaya kalır. Aylık ödemelerinden biri bir eve dönüşmüştür, sıkıntı yoktur. Ev satılığa çıkarılır ancak bu durum tekrar etmeye başlayınca bir sürü ev satılığa çıkmaya başlar ve arz talebin önüne geçer. Artık ev fiyatları yükselmez hatta çakılır. Bu durum halen taksitlerini ödeyen ev sahipleri için de sıkıntı yaratır çünkü mahallelerindeki evler satılığa çıktıkça kendi evlerinin de değeri düşer. Ev sahipleri düşünmeye başlar neden 90.000 liralık eve 300.000 ödüyorum. Bunu mantıksız bulup paraları olsa bile taksit ödememeye başlarlar ve evlerini terkederler. Borcunu ödemeyenlerin sayısı tüm ülkede artmakta ve fiyatlar hızla düşmektedir. Artık yatırım bankasının değersiz evlerle dolu bir kutusu vardır. Elindeki CDO’ları dostu yatırımcıya satmak ister fakat yatırımcı aptal değildir çünkü artık nakit akımının damla damla geldiğinin farkındadır. Yatırım bankası kime satmak istese kimse bu saatli bombayı almak istemez. Yatırım bankası çıldırır çünkü bu bombaya milyar dolar borçlanmıştır ve borçlarını ödeyemez hale gelir. Ne yapsa kurtulamaz ve yalnız değildir. Yatırımcı da bu bombalardan almıştır. Mortgage kredisi veren banka da elindekileri satmak ister ama kimse almaz. Acente zaten oyun dışı kalmıştır. Sonuç olarak tüm finansal sistem donar ve her yer kararır, herkes iflas eder.
Film Amerika’da 2000 yılında gerçekleşen Mortgage Krizi’ne değiniyor. Mortgage Krizi’ni başarılı bir şekilde anlaşılır bir dille anlatan film, finans kurumlarında çalışanlar başta olmak üzere ellerinde kutularla iş yerinden ayrılan insanların niçin bu hale geldiğini açıkça anlatıyor.




Yorumlar